Cinnah 19
Cinnah 19’la ilk defa üniversite birinci sınıf öğrencisiyken; Atatürk Bulvarı ve binalarını incelerken karşılaştım. Nasıl kurgulandığını dinledikten sonra inanılmaz etkilendim. Cinnah 19 çok temel olarak dubleks dairelere ulaşan bir koridordan oluşuyor aslında ve apartman sakinlerinin kullanabileceği ortak bir alan olan terastan.
Cinnah 19 yapıldığında kentin yüksek bir noktasından Ankara’ya bakan bir konumdadır, çevresindeki binalar o zamanlar olmadığından, dublex dairelerin üst katında tek kişinin geçebileceği bir koridor genişl'iğinden, küçük bir balkona çıkılmaktadır ve burada insan o sonsuzluğa bakar ve boşlukla bütünleşir… tıpkı denizin o insanı içine alan boşluğuna bakarken hissettiğin… potansiyel olarak yaratıcı olan, belki de tek sorumluluğu kendini yaratmak olan… mimarlık bunu yapabilir mi? Bence yapabilir; Barragan’ın dediği gibi “kişi kendini ancak yalnızlıkla kurulan derin ilişkide bulabilir.” Yalnızlık ve sonsuzluk bir araya geldiğinde başlar dönüşüm süreci… içindekiler dönüştükçe kendine yaklaşır kişi… Benim aklımda; içimde kalan hikaye tam da böyle bir şey. İlk defa o koridordan geçtiğimde bunu yaşamıştım; şu an olmayan o “sonsuzluğu” hayal ederek.
Ucu bucağı yokmuş gibi ama bir yandan da sonlu olan bu koridora ilk girdiğimde, kentle beni ayıran hiçbir şey yokmuş hissine kapılmıştım; oysa ki delikli bir duvardı yanımdaki. Bu noktada duvar’ın aslında bir sınır nesnesi olmadığını fark ettim. Duvarı kullanma biçimindi onun senin üzerindeki etkisini oluşturan.
Mimarlar Derneği 1927’nin Cinnah 19’a taşınmasıyla bütün algılar değişmeye başladı. Artık benim için özel mekandan daha sosyal, yaşayan bir mekana dönüşmüştü. Akşamları derneğe giderken gördüğüm manzara karşısında çok etkileniyordum; gördüğüm bir mekan, mekanın dokunduğu insanlar, mekana dokunan insanlar ve birbirlerine dokunan insanlardı; onu oluşturan temaslarla var oluyordu.
Nejat Ersin’in son Mimarlar Odası toplantısındaki, son sözleri de “Eski gücündeki Oda’mı geri istiyorum” olmuştur. Toplantının sonlarına doğru dinleyiciler arasında olan Ziya Tanalı “Nejat Ustanın konuşması, bir şövalyenin tarzını yeniden anımsamamıza neden oluyor. Şövalye kime derlermiş, biliyor musunuz; kaybolmaya yüz tutan değerleri saklı tutmasını bilen adamlara verilen payeymiş. Yani kral, şövalyeliği sadece onu koruyan adamlara vermezmiş.” demiştir. (Ünalın, 2010, s.14) Bu kaybolmaya yüz tutan değerlerdir aslında bir mekanı oluşturan ve onu algılanır kılan, bu değerler olmadan ‘mekanın ruhu’ da fiziksel algı dışında içimize dokunur olan algı da oluşamaz. Günümüzde kilitli duran ve apartman sakinleri için tasarlanan teras bu kayıplar arasındadır. Cinnah 19 ilk yapıldığında oturan Amerikalılardan sonra kilitlenmiş ve bir daha da açılmamıştır teras yaşantısı. (Ersin, 2002, s.184) Yine üniversitede öğrenciyken karşılaştığım içinde müthiş bir yaşanmışlık barındıran terası bu haliyle görmek beni çok üzmüştü; nasıl ki Şevki Balmumcu, Sergi Evi’nin Paul Bonatz tarafından dağıtılmasıyla mimarlığa küsmüştür; terasın bu kimsesiz durumu eminim Nejat Ersin’e çok dokunmuştur. Bende derin izler bırakmıştır.
Zeynep Ömür Yılmaz (2010) Nejat Ersin’in mimarlık üzerine söylediklerini şöyle dile getiriyor: “...Kültürsüz bir mimar düşünemiyorum ben... Okuma, araştırma, sanatın her türü ile alakadar olma gibi alışkanlıklara mimarlık sayesinde kavuştuğuma inanırım. Benim her zaman bir mimarlık tarifim vardır: Mimarlık, insan eylemlerini mekanlaştırma sanatıdır. Mimarlık bir insanı bir yerden bir yere yükseltir, kültür bakımından olsun, insani değerler acısından olsun... Ben mesleğimi çok severim...”
Cinnah 19’un bana dokunuşu tam da böyle bir mimarlık sevgisine denk düşer. Hem bir sonsuzluk algısı yaratırken hem de birlikte var olabileceğimiz bir zemin oluşturmaktadır. Kent içindeki duruşu ile çok güzel bir şiir gibidir. İçinize dokunduğu an orada kalır, büyür ve dönüşür.